30 Ağustos 2010 Pazartesi

Life Goes On

0 yorum
Adam gibi bir tatil yapamadan Dünya Basketbol Şampiyonası'nın başlaması oldukça koydu, hem de tam yaz okulu bitmişken. Zorlu bir iş, özellikle de I.T. gibi kilit noktada ekip şefi olmak biraz sıkıntı verici. Ama dünyanın en iyi basketbolcularıyla, dünyanın en önemli basın çalışanlarıyla sürekli birlikte olmak da oldukça keyifli. Ayrıca orada bulunan onlarca kişi ile tek bir ortak hedef uğruna emek harcamak da güzel.

Bunun dışında staj yapıyorum şu anda, yani yapıyormuşum gibi yapıyorum. Özet geçmek gerekirse, naylon staj bizimkisi bebeğim. Staj raporu olarak ne yazacağım inanın hiçbir şey bilmiyorum. Bir an önce bu sıkıntıyı çözmek adına gerekli girişimleri yapmam gerekiyor.

Evde inşaat önümüzdeki hafta sona eriyor. Boyanan duvarlar ve değişen kapı renkleri, yıkılan ve baştan yapılan banyo vs. nefret edilesi işler artık yavaş yavaş yerini sakinliğe bırakıyor. İşin en güzel yanı 1.5'ar metrelik 2 ayrı masamı, odanın köşesinde birleştirerek yaklaşık 3 metrelik çalışma alanımla artık daha yaratıcı tasarımlar yapacağıma inanıyorum.

Yaz okulunda aldığım 2 dersi de geçmiş olmam sevindirici ama okulu hâla sevmiyor olmam da bir ritüel. Gitmek istemiyorum, gerçekten. Ne bileyim makarası falan iyi de, harbiden çok zor be hocu.

3 Eylül'de Pamukkale'ye, 8 Eylül'de Bursa'ya gidiyorum gibi gözüküyor şimdilik. Ee sezon başlıyor, heyecan artıyor. Esas 29 Eylül'de Hollanda'ya gidemiyor olmanın verdiği hüznü de işe katarsak, önümüzdeki 1 ay boyunca tüm Türkiye'yi gezebilirim.

Kendi yaptığım t-shirt tasarımlarını bastırabileceğim kaliteli bir yer arıyorum ayrıca. Öyle 3-5 yıkamada çıkmasın, sağlam olsun. Ücreti de önemli değil, yeterki kaliteli olsun. Eğer bulabilirsem bundan sonra t-shirt almam heralde. Sürekli kendim yapar giyerim. Tabii ki ilk t-shirt "Adam haklı beyler" üzerine olacaktır, şüpheniz olmasın.

Bu arada kredi kartı borçları zirve yaptı. Asgarisi milyara yaklaşan borcun tamamını siz tahmin etmeyin, size ne ak. Ben zaten yeteri kadar uğraşıyorum. İşin kötüsü hiçbir sorun yokmuş gibi, oradan oraya çevirerek ilerliyorum. Bakalım nerede patlayacak?

Saat 3.00 olmuş, sabah 8.00'de kalkmak zorunda olan bir emekçi olarak artık yavaş yavaş yatmak gerektiğini düşünüyorum. İyi geceler falan yazsam çok mu itici olur? Siktir edin o zaman, iyi geceler falan demiyorum. Öpüyorum canlar.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

İnanılmaz Mantık Hatası

0 yorum
Hani bazen olur ya geçmişe gitmek istersiniz, işte o zamanı yaşıyorum bir kaç gündür, aralıksız. Zor geliyor her şey, sıkılmış ve bunalmışım sanki biraz. Etrafıma bakıyorum, değişik bir hava var. Ya hiç kimsenin sorunu yok ya da herkes gizlemeyi ve hayatına sorunlardan ayrılmış bir yön vermeyi başarabilmiş durumda. Şehrimde binlerce kişi gecenin bir köründe çılgınca eğlenirken, belki de yaşamının geri kalan planında çok büyük hüzne sahip. Buna rağmen anın tadını çıkarmaya bakıyor, ne olursa olsun zevk alabilmeye çalışıyor hayattan. Oysa diğer yanda küçücük bir sorunu dağ yapan ve kendisi başta olmak üzere dünyaya kusan binlercesi.. İki yaşam figürü arasında uçurum gibi fark neden kaynaklanıyor acaba? Baktığımız zaman çevreler aynı, alınan eğitim ve öğretim aynı, ailelerin düşünce sistemleri aynı. Bilimsel ve kesin bir cevaptan ziyade, insanın doğasında olduğunu kabul ediyoruz bu ayrıklığın.

Ayrıntılar ve çoklu seçenekleri es geçtiğimiz zaman, iki farklı insan grubu çıkıyor karşımıza. Akıl gözüyle karar verenler ve kalp gözüyle karar verenler. İnsanları bu iki gruptan birinin üyesi yapan olgular nelerdir? İşte benim merak ettiğim asıl obje bu. Zira düşündüğümüz zaman aynı hayatı yaşamış ikiz kardeşlerin bile aynı olaylara farklı tepkiler verip, farklı fikirler tasarladıklarını görmek çok ilginç, ilginç olduğu kadar da incelenmesi gereken bir durum. Oysa insan vicuduna baktığımız zaman tüm organlar aynı görevi yapmakla yükümlü. Mesela sizin dalağınızla, başkasının dalağının farklı bir görev üstlenme, olası problemlerde farklı bir eylem yürütebilme şansı var mı? Kesinlikle yok. Ama bireylerin zihinsel ve duygusal algılarına göre farklı seçeneklere yönelmeleri bir ritüel. Ayrıca insanlardaki beyinler ve kapler de aynı görevi üstlenmiyor mu? Evet. Peki nasıl farklı vücutlarda, çok farklı noktalara basabiliyorlar? Bilmiyorum, işte ben de bunu merak ediyorum.

Geçmişte yaşıyorum son zamanlarda demiştim, kesinlikle öyle. Özlüyorum sanki eskiyi. Gelecekten korktuğum için değil, zira geleceğe umutla bakıyorum. Ama bir yandan da o saf yüreklerdeki temiz sevgiyi besleyen insanları özlüyorum. Bakıyorum da, şimdi çoğu kalmamış etrafımda. Bilmiyorum neden böyle oldum, belki de hayatımda çok önemli bir yere sahip olan, bir çok şeyden daha fazla değer verdiğim, uğruna herkesi sildiğim ve bir an olsun ardıma bakmadığım kişiye şimdi bir anlam ifade etmememdir. Üzülüyorum sanırım, biraz da mutsuzum. Oysa sonuna kadar, sonsuza kadar demiştik en başında. Neden böyle oldu bilmiyorum ama artık ben bitiyorum. Daha fazla da zorlamanın mantıksız olacağını düşünüyorum. Zaten bir şeylerin farkına varmasını sağlayamıyorsam, bu kadar bile umrunda değilsem, daha da yapacak bir şey yok öyle değil mi?

Daha zamanı değil, biraz daha bekleyeceğim. Ama eğer beklediğim gibi de olmazsa söyleyeceğim tek bir cümle var. O da, sen şimdi gidiyorsun ya, siktir git gözüm görmesin.

O zaman Demir Demirkan'ın Resim isimli şarkısının sözleri ve fizy linkiyle yazıyı noktalayayım.

http://fizy.com/#s/1269ny

Rengi solmuş bir fotoğraf,
Hiç habersiz çekilmiş
Belli ki çok eğlenmişiz nananana

Donuk bir an o geceden, o konuşan resimlerden
Tanıdık sesler ve bir şarkı nananana

Gün ettik derken günleri ooof
Bir baktım geçmiş yıllar
Terkettiğim şehirler, dostlar, sevgililer
Kaybolmuş birer birer

Yine aynı şarkı çalıyor nananana
Başka dostlar etrafımda
Bir resimdi bu geceden

Bir evde toplanmışız, herkes güzel giyinmiş
Belli ki çok önemsemişiz, nananana
Donuk gözler fotoğraftan, o konuşan bakışlardan
Tanıdık sesler ve bir şarkı nananana

Gün ettik derken günleri ooof
Bir baktım geçmiş yıllar
Terkettiğim şehirler, dostlar, sevgililer
Kaybolmuş birer birer

Yine aynı şarkı çalıyor nananana
Başka dostlar etrafımda
Bir resimdi bu geceden

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Just Eleven Days (Ocean's Eleven falan değil)

0 yorum
Hey hey hey, aman da aman. Özlemişim blogumu, hatta çok özlemişim. Öyle ki, dün gece, geçtiğimiz 3 senede yazdığım 1000'e yakın yazıyı tek tıklamayla sildiğim için ilk defa üzüldüm. Üstünden yıl geçti ama acısı daha yeni vurdu. Ne bileyim, belki anlamsız ama en azından hatıraydı onlar. Gerçi bir yandan bakınca da sokayım hatırasına be hocu.

Neler yapıyoruz, yaz okulu ve yazlık paralelinde sürükleniyoruz. Hava sıcak, metro çalışmaları yüzünden lanet bir trafik var, paralelinde kahrolası baş ağrısı.. Çekilecek dert değil aslında. Ama kabulleniyoruz işte, sonuçta hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmeyeceğini biliyoruz. Bu konuyla bağdaşabilecek bir söz daha biliyorum, o da beklenen gün gelecekse, çekilecek çilenin kutsal olduğundan bahsediyor.

Liseli ergenler gibi edebiyat yapacak durumda değilim artık. Aslında bunun farkedildiğini de biliyorum. Konuştuğum bir çok arkadaşım argo ve küfür içeren yazıların sayısının arttığını, hatta içermeyen yazı olmadığını söyledi. Bir de bunu hoş bulmuyorlarmış, bana yakışmıyormuş. Bu benim blogum piçler, istediğim gibi yazarım. Şimdi plaja doğru adım adım ve kumdan kaleler eylemine start verin(bu nedir ulan, başlayın yazmak bu kadar mu zor?).

Bu arada Tarkan Tevetoğlu kişisinin albümündeki 10 numaralı şarkı dinlediğim en güzel şarkılardan biri olabilir, abartıyor da olabilirim. Zira mübalağayı severim. Ama tamamiyle kolpacı dostlara yazılmış enfes bir şarkı olduğunu söyleyebilirim. Tavsiye etmiyorum gerçi, dinlemeyin siz.